Kırklar Cemi

Stok Kodu:
9789758612963
Boyut:
13.50x19.50
Sayfa Sayısı:
321
Basım Yeri:
İstanbul
Basım Tarihi:
2008-01
Kapak Türü:
Ciltsiz
Kağıt Türü:
2. Hamur
Dili:
Türkçe
9789758612963
512764
Kırklar Cemi
Kırklar Cemi
25.00

Alevilik-Bektaşilikte Kırklar Cemi, "hiç" ya da "hiçlik" durumunun "nesnelleştirme" çabasından başka bir şey değildir. Felsefi bilgelik dilinde "hiçlik", varlığa geliş tasarımlarında, gizil nesnelliğin algılanması olarak betimlenen ve her şeyin ondan çıktığına inanılan "görünmezlik" halini, "doğa olmayan doğa" durumunu anlatır. Doğal olarak "görünmezlik" durumunu oluşturan her şey de "hiç"tir. Bâtıni felsefede "evrensel bağımlılık", "sonuç-hiçlik bağımlılığı" ya da "zâhir-bâtın bağımlılığı" biçiminde açıklanır. "Sonuç" ya da "zâhir" her zaman bir somutluktur. "Hiçlik" ya da "neden" ise "gizlenmeyi seven" bir gizil nesnelliktir. "Madde" ne yaratılabilir ne de yok edilebilir; sürekli olarak değişerek bir durumdan (hiçlikten/bâtından) bir başka duruma(zâhire/sonuca) dönüşür ve önsüzden-sonsuza akar gider. Diğer taraftan canlı-cansız her şey karşısında insanın kendisi bir "hiç"tir, "hiçliğin parçası"dır. Parça bütüne bağlıdır; bütünün yasaları parçada geçerlidir. Tam da bu nedenle Alevilik-Bektaşilikte insan doğa karşısında bir hiçtir. Ancak doğa dilsizdir; yol diliyle söylersek "Sessiz Tanrı"dır. İnsan ise "hiçtir" ama "Konuşan Tanrı"dır. Konuşan Tanrı'daki "hiçlik", doğayı aşma, doğanın verdikleriyle yetinmeyip onun ötesine geçme, yalnızca kendisinin değil ağacın, suyun, toprağın ne düşündüğünü anlama, bunu "sese dönüştürme" gücüdür. Demek ki "hiç/ hiçlik", Sessiz Tanrı'ya göre öne çıkarılan Konuşan Tanrı'nın üretme/doğurma gücüdür. Eğer insanın hiçlik yanı olmasaydı başta Tanrı olmak üzere ağaçlar, kuşlar, sular "cahil" kalacaktı. Anlatılan nedenlerle Alevilik-Bektaşilikte insan önce kendini kendi hiçliğinden doğurtması gerekir; düşünebilmek, doğuran doğanın doğuran parçası olabilmek için buna zorunludur. Tersi durumda cahil kalır ve "dolaşan ölü" olarak halde varlığını sürdürür. Yol doğumunda "baba" pir-mürşit-rehber, yani öğretmendir: "Ana" ise taliptir-derviştir, yani öğrencidir. Gebe kalan organ, hiçliğin evi anlamında "gönüldür". Gönülde büyüyen çocuğu adı "hiç" anlamında "sözdür ya da harftir". Söz ya da harf "ağızdan doğar"; demek ki ağız, bir "doğum organıdır". Doğum gerçekleşir gerçekleşmez, hiç "eyleme" geçer: "Ses" olur. İşte bunu gerçekleştirebilirsek hiçimizden doğmuş oluruz. "Yol"da, beka deneyiminin "siyah nur"undan söz edilir. Bu deneyimde herkes hiçlikten dirilir, her şey hiçlikten görünür duruma gelir; ne var ki beka deneyiminin ışığı "siyah" olduğu için her şeyi "gizler". Daha doğrusu artık "düşüncede görme" söz konusudur. Bu deneyimde siyah nur(siyah ışık), soru sormanın ve yanıtını aramanın nedeni anlamında "hayret ışığı"na dönüşür. Demek ki siyah ışık ya da hayret ışığı bir "ilahi ışık"tır. Bu bağlamda "ilahi ışık" sûfinin bilincinde tam olarak belirdiğinde, her şey görünür duruma gelecek yerde görünmez olur(kararır). Ortaya çıkan durum, "aydınlık ötesi gece" olarak algılanır. Sûfi beliren karanlığın Tanrı'nın kendi ışığı olduğunu kavrayıncaya değin her yer karanlıktır, her şey karanlıktadır; çünkü, varlık saf durumda iken, yani kendi beden ya da nesne kimliğinden sıyrılmış iken görünmez; daha doğrusu "hiçlik" olarak görünür. Bu siyah ışığın berraklığını "keşfetmek", karanlığın derinliklerinde saklı olan "yeşil abıhayatı" bulmak anlamına gelir.

Alevilik-Bektaşilikte Kırklar Cemi, "hiç" ya da "hiçlik" durumunun "nesnelleştirme" çabasından başka bir şey değildir. Felsefi bilgelik dilinde "hiçlik", varlığa geliş tasarımlarında, gizil nesnelliğin algılanması olarak betimlenen ve her şeyin ondan çıktığına inanılan "görünmezlik" halini, "doğa olmayan doğa" durumunu anlatır. Doğal olarak "görünmezlik" durumunu oluşturan her şey de "hiç"tir. Bâtıni felsefede "evrensel bağımlılık", "sonuç-hiçlik bağımlılığı" ya da "zâhir-bâtın bağımlılığı" biçiminde açıklanır. "Sonuç" ya da "zâhir" her zaman bir somutluktur. "Hiçlik" ya da "neden" ise "gizlenmeyi seven" bir gizil nesnelliktir. "Madde" ne yaratılabilir ne de yok edilebilir; sürekli olarak değişerek bir durumdan (hiçlikten/bâtından) bir başka duruma(zâhire/sonuca) dönüşür ve önsüzden-sonsuza akar gider. Diğer taraftan canlı-cansız her şey karşısında insanın kendisi bir "hiç"tir, "hiçliğin parçası"dır. Parça bütüne bağlıdır; bütünün yasaları parçada geçerlidir. Tam da bu nedenle Alevilik-Bektaşilikte insan doğa karşısında bir hiçtir. Ancak doğa dilsizdir; yol diliyle söylersek "Sessiz Tanrı"dır. İnsan ise "hiçtir" ama "Konuşan Tanrı"dır. Konuşan Tanrı'daki "hiçlik", doğayı aşma, doğanın verdikleriyle yetinmeyip onun ötesine geçme, yalnızca kendisinin değil ağacın, suyun, toprağın ne düşündüğünü anlama, bunu "sese dönüştürme" gücüdür. Demek ki "hiç/ hiçlik", Sessiz Tanrı'ya göre öne çıkarılan Konuşan Tanrı'nın üretme/doğurma gücüdür. Eğer insanın hiçlik yanı olmasaydı başta Tanrı olmak üzere ağaçlar, kuşlar, sular "cahil" kalacaktı. Anlatılan nedenlerle Alevilik-Bektaşilikte insan önce kendini kendi hiçliğinden doğurtması gerekir; düşünebilmek, doğuran doğanın doğuran parçası olabilmek için buna zorunludur. Tersi durumda cahil kalır ve "dolaşan ölü" olarak halde varlığını sürdürür. Yol doğumunda "baba" pir-mürşit-rehber, yani öğretmendir: "Ana" ise taliptir-derviştir, yani öğrencidir. Gebe kalan organ, hiçliğin evi anlamında "gönüldür". Gönülde büyüyen çocuğu adı "hiç" anlamında "sözdür ya da harftir". Söz ya da harf "ağızdan doğar"; demek ki ağız, bir "doğum organıdır". Doğum gerçekleşir gerçekleşmez, hiç "eyleme" geçer: "Ses" olur. İşte bunu gerçekleştirebilirsek hiçimizden doğmuş oluruz. "Yol"da, beka deneyiminin "siyah nur"undan söz edilir. Bu deneyimde herkes hiçlikten dirilir, her şey hiçlikten görünür duruma gelir; ne var ki beka deneyiminin ışığı "siyah" olduğu için her şeyi "gizler". Daha doğrusu artık "düşüncede görme" söz konusudur. Bu deneyimde siyah nur(siyah ışık), soru sormanın ve yanıtını aramanın nedeni anlamında "hayret ışığı"na dönüşür. Demek ki siyah ışık ya da hayret ışığı bir "ilahi ışık"tır. Bu bağlamda "ilahi ışık" sûfinin bilincinde tam olarak belirdiğinde, her şey görünür duruma gelecek yerde görünmez olur(kararır). Ortaya çıkan durum, "aydınlık ötesi gece" olarak algılanır. Sûfi beliren karanlığın Tanrı'nın kendi ışığı olduğunu kavrayıncaya değin her yer karanlıktır, her şey karanlıktadır; çünkü, varlık saf durumda iken, yani kendi beden ya da nesne kimliğinden sıyrılmış iken görünmez; daha doğrusu "hiçlik" olarak görünür. Bu siyah ışığın berraklığını "keşfetmek", karanlığın derinliklerinde saklı olan "yeşil abıhayatı" bulmak anlamına gelir.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat